25 Aralık 2015 Cuma

canı sene kayırlı bosun.

yeni yıl münasebetiyle bu haftayı sizden gelenler haftası olarak geçiriyoruz. ve fekat, beklenmedik şekilde çok kelime geldiği için birkaç hafta bu şekilde gidecek gibi gözüküyor. Bu haftanın şanslı izleyicileri Vecihe Özgür Özmen / Mevlüt Kalkay / Enver Aydoğan/ Ömer Sarıkulak. Kendilerine katkılarından dolayı teşekkür ederiz.

malumunuz, yeni bir yıl arifesindeyiz. konu ile ilgili olarak ta ( madem ki bu blogun referansı çoğunlukla 80 li yıllar)  bir dönemin en rafine, en olmazsa olmaz figürü ile yeni yıl mesajını verelim dedik:

bu satırların yaşı 40 ları aşmış bütün okuyucularının kesinlikle hatırlayacakları yılbaşı ritüellerinden birisi, elbette, Zeki Müren'in yeni yılın ilk dakikasında TRT ekranlarında arzı endam etmesi ve özenle seçilmiş kelimeler ve kusursuz bir diksiyonla verdiği yeni yıl mesajıydı. Bu vesile ile hem "Paşa"mızı anmış olalım, hem de yeni yılın herkes için sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler getirmesini dileyelim.

may baş

kesinlikle iyi anlamda kullanılmayan bir sıfattır. (Ömer Sarıkulak hatırlatmasa benim için unutulup gitmiş bir kelime olacaktı, teşekkürler)

yanlış hatırlamıyorsam, ki çok mümkün, hafif saf, avanak anlamında kullanılan bir sıfatımız olup sözkonusu kişinin yüzüne direkt söylenmemesi gerekenler listesinde yer almaktadır.

bu vesile ile bir zamanın en popüler, tüm zamanların en naif/sevimli/ hin karakteri Avanak Avni'yi ve onun yaratıcısı büyük usta Oğuz Aral'ı da anmış olduk. köyde geçen yaz aylarında şehir hayatına dair en çok özlediklerimden birisi Cuma günleri GırGır alamamak olurdu.

şegertki

Şekertki dediğimiz şey bildiğiniz çekirgedir arkadaşlar.. Çekirge, düz kanatlılar takımından Caelifera alt takımının sıçrayıcı üyelerine verilen genel ad. Anadolu'da çekirgeler türlerine göre, 4-5 cm arasında değişen büyüklüklerde yaşamaktadır. bununla birlikte bizim çekirge için yazacaklarımız ansiklopedik bilgi ile sınırlı olmayacak kadar çeşitli ve keyiflidir.

büyük usta Şener Şen'in Badi Ekrem'i canlandırdığı Hababam Serisinde sensei liğe soyunarak "çekirgelerini" etrafına topladığı sahneyi hepiniz biliyorsunuzdur. yanlış hatırlamıyorsam Karate Kid filmine yapılan bir göndermenin daha geniş kitlelere ulaşması ve 1970 li yıllardan günümüze kadar eskimeden ulaşmasını yandaki kare sağlamıştır.

çekirge ile olan ilişkimiz "hoplayıver çekirge / zıplayıver çekirge / bıdı bıdı bıdı çekkirge" adlı iç gıcıklayıcı ve "kapı gıcırtısına oynamaya programlanmış bünyelerin" piste fırlamasına yol açan türkü ile daha da bir alevlenmiştir. araştırdım, oğuz yılmaz adlı bir civanyiğit tarafından icra ediliyormuş.

kişisel olarak ta "sadece gitmek zorunda kalanların gittiği" uzak ve hatta sınır ötesi yerlerde, bizim konserve atıklarını keşfeden ve "çekirge sürüsü" ne demekmiş bir hafta içinde canlı canlı yaşadığım hayvancıklar geliyor aklıma. bir iddia üzerine bir atgm. arkadaşımızın yakaladığı büyük boy çekirgeyi "çıtır çıtır" yemesi ve bize protein açısından ne kadar zengin olduğunu anlatmasını hiç unutmuyorum.

bir de sevgili Bursa'nın müstesna semti Çekirge var tabii, bilenler bilir. güzel yerdi(r)


24 Aralık 2015 Perşembe

qültöbe

bizim oralarda çöplüğe "qültöbe" denir. kelime kelime çözümlemesine gidersek "kül" ve "tepe" sözcüklerinin biraraya gelmesiyle oluşmuş müstesna bir sözcüğümüzdür. 

Kül ne alaka? diye soracak olursanız eskiden "çöp" pek çıkmazmış herhalde. Benim çocukluğumda bile naylon poşet kavramı yoktu, herşey plastik kutularda, poşetlerde değildi. olanlar da kullanıldıktan sonra çöpe atılmazdı zaten; illaki bir şeyde kullanmak üzere saklanırdı. (Olin yağ tenekelerinin sarısını , "fay" deterjan kutularının pembesini, Blendax'ın mavisini hatırlayın) cam şişelerin depositi vardı zaten, kutu içecek devri çok sonra başlayacaktı. ( sırf kutu kola içmek için Bixi kola içen bir nesil var be!)

bizim oralar artık Büyükşehir'in mahallesi olduğuna göre hijyenik çöp toplama dönemi başlamıştır heralde. çöplerin cinslerine göre farklı renkte poşetlere konularak ilgili renkte çöp kutularına atılmasına hassasiyet gösterin, melih başganı üzmeyin.

anyak mınyak

Aslında bu güzel ikiliyi "anav mınav" sayfasında yazacaktım ama aklıma getirdiği "muh-te-şem" şarkı nedeniyle ayrı bir konu başlığı olmasına karar verdim.

önce iş; anyak mınyak "orası - burası ya da o taraf - bu taraf" anlamında kullanılan işaret zamirleridir ve anav-mınav ikilisinin baba taraından "tuvganları" olmaktadırlar.

şimdi eğlence : bilenler bilir, bilmeyenler öğrenmese de olurdu aslında. Banu Alkan hanımefendi, namı diğer Afrodit, bir dönem bu şarkısıyla kulaklarımızın pasını silmişti. şimdi diyeceksiniz ki orası burası derken bu şarkı nasıl gelir ki insanın aklına? Ne biliim, geldi işte. alın size şarkının linki :

https://youtu.be/O3s5D_oR-D0

anav mınav

"Şu, bu" demek atalarımıza dedelerimize çok kısa ve anlamsız gelmiş olmalı ki "anav mınav" demeyi uygun görmüşler.

ancak ve ancak "kattı" Tatarca konuşanların telaffuz ettiği zaman gerçek değerine ulaşan, leziz bir işaret zamiri ikilisidir. ( ayrı ayrı kullanıldığında zamir veya sıfat olabiliyorlar)

Sevgili Tatarcamızın birçok kelimesinde olduğu gibi bu ikilide de bir miktar istihza, alay ya da küçümseme izlerine rastlamak mümkündür.

neyse, dilbilgisi tarafını bir yana bırakırsak günlük hayatta sıkça kullanılan ve fekat üzerinde bugüne kadar durulmayıp önemsenmemiş  bu güzel zamirler üzerine yazı yazmış olmanın mutluluğu içindeyiz.

konu fotoğrafını merak edenler için yazayım; bir dönemi kasıp kavuran cep telefonu servisi vardı, şu bu o yerine shubuo diyerek çok başarılı bir reklam kampanyası yapmışlardı. hatta reklamlarında rahmetli Erol Büyükburç ta oynamıştı. ( biraz daha derin geyik yaparsak, bir de Ixir vardı, Banu Alkan'lı reklam efsanedir, açık youtube da seyredin)

18 Aralık 2015 Cuma

peşka

küresel ısınma vs. hepsi gerçek ama bizim oraların soğuğunda bir değişiklik olduğunu hiç zannetmiyorum. "peşka" bizim dilimizde soba dır. çeşit çeşit aksesuarları ile birlikte kullanılan, uzun bir süre evin bir odasının olmazsa olmazı olarak kullanılan çok fonksiyonlu ev eşyasıdır.

borusu, dirseği, sobanın oturtulduğu platfomu, kovası, çamaşır kurutmaya yarayan metal aparatı, üstünde -illaki- çaydanlığı, etrafa saçılan küllerin süpürülmesine yarayan hindi tüylerinden yapılmış iptidai süpürgesi ile eskilerin çok iyi bildikleri, yenilerin pek de hayal edemedikleri bir eşyadır soba. erken doğmuş, minicik bir kuzunun sobanın yanında karton bir kutuda birkaç gece dedemlerin odasında uyutulduğunu da bilirim, "uyutulmuş" yoğurdun "peşkır"e sarılıp mayalanması için sobanın yanında bekletildiğini de.

soba denince de ilk akla gelen marka elbette "şakir zümre" dir. bir ülkeyi ısıtmış olmanın haklı gururunu yaşamıştır muhtemelen sahibi. bir de, elbette, "kuzine" olarak adlandırılan, içindebir de fırın bölmesi bulunduran yatay sobalar vardır ki efsanedir.

bir de "peş" var tabii. bir tür kalorifer sistemidir kendisi, bizim oralarda sadece Tatlıkuyu köyünde rahmetli Kenan amcanın evinde görmüştüm.

tiırmen & selektör

en yalın haliyle değirmendir efendim. Her ne kadar yandaki gibi pastoral görüntüye sahip olmasa da bizim oralarda bildiğim tek değirmen Karayavşandaydı,

Çevre köylerden çeşit çeşit traktörün arka yollardan gelip rahmetli Yusuf Akay'ın değirmenine buğday getirdiklerini, öğütme işlemi bitinceye kadar gölgede ya da arka çeşmenin oradaki söğüt ağaçlarının altında beklediklerini hayal meyal hatırlıyorum.

bir de"selektör" var ki Tatarcanın İngilizceyle sarmaş dolaş olmasını getirir aklıma hep. hiç içeri girip nasıl çalıştığını görmedim ama, buğday, arpa gibi tahılların tohumluk olarak kullanılacak kalitede olanlarının ayrıştırıldığı yer olduğunu tahmin ediyorum. sahib kimdir, halen varmıdır bilmiyorum tabii.

şünka kazan

"Hafızai beşer nisyan ile malüldür" diye bir söz vardır, en kısa haliye "insan unutur" olarak çevrilebilir. Simgesi "Zn" olan çinko elementinin Tatarcada "şunka ya da şinko" olarak seslendirildiğini hatırlıyorum. Burada mevzu bahis olan çinko ev aleti kazandır, bidondur bilemedim. 

Ama; evlere suyun gelmediği, köy çeşmesinin üç kurnasının da gürül gürül aktığı,taşıma suyla hayatın sürdürüldüğü zamanların en gözde su depolama araçları olduğunu biliyorum. Maddenin özelliğinden dolayı suyun uzun süre serin tutulmasını sağlayan bu güzel ev eşyası hemen yanıbaşında duran beyaz çinko maşrapa ile uyumlu bir birliktelik sergilediler senelerce. 

çinko kazan bile yazıldı, şöyün kazana sıra ne zaman gelecek diyenler olacaktır elbette. bir yerlerde bulup ta şırbörek yediğimin ertesi günü yazacağım.



yak

Tibet'te, Asya'nın bazı yörelerinde yabani veya evcil olarak yaşayan, kılları uzun öküz türü. Pembe sütlü asabi bir hayvan olduğunu eşsiz bilgi kaynağım Ekşi Sözlükten öğrendiğim, bulmaca severlerin bir çırpıda cevabını verdikleri karakterli hayvan.

ne alaka derseniz, bizim Tatarcada kullanılanıyla hiç bir anlamı yok zaten. son dönemin popüler söylemlerinden olan "ya taraf olacaksın ya bertaraf" taki anlamından aklınıza gelsin, bizde "taraf" olarak kullanılır. "Berkecanların yagı" dendiğinde sevgili Berkecanın oturduğu taraf, bölge gibi de anlaşılır, Berkecan sülalesi gibi de anlaşılır.


kuman

şimdiki gençlik bilmez, tek kanallı siyah beyaz TV yıllarında yayın sık sık kesilir, tekdüze bir müzik eşliğinde "necefli maşrapa" resmi seyrettirilirdi. TRT'nin necefli maşrapası varsa bizim oraların da "kuman"ı vardır.

bildiğiniz ibrik Tatarcada "kuman"dır. plastik enjeksiyon teknolojisinin geçirdiği evrime inat ilk üretildiği zamanki halini -aşağı yukarı- koruyan sevgili ibrik bugünkü konuğumuz oldu. kendisiyle aşağıdaki kısa söyleşiyi gerçekleştirdik:

AÖ -  sevgili kuman, seneler sonra internet ortamında senden söz edilmesi nasıl bir duygu:
KUMAN - valla abi, heyecanlanmadım desem yalan olur. geçen gün bizim kuzenle (meşerpe) bizim sıramız ne zaman gelecek acep? diye konuşuyorduk ki siz aradınız.
AÖ- Eski günleri özlüyormusun?
KUMAN- Ne diyorsun abi, zaten köylerde kimse kalmadı. ne zamandır gitmedim ama köydeki tuvaletlere de su tesisatı çekilmiştir diye düşünüyorum. sonuçta bize ihtiyaç pek kalmadı gibi duruyor.
AÖ - Son olarak sevdiklerine bir mesajın var mı?
KUMAN - Bizi bugünlere getirenlere teşekkürler, bizi unutmayın.

calpaq bet

Calpaq kelime anlamı olarak "yassı" anlamındadır. bununla birlikte, "yüz" anlamına gelen "bet" kelimesiyle birlikte kullanıldığında bizim oraların insanını tanımlayan, tadından yenmez bir deyim haline gelmektedir.

yandaki abimizin tipini de (ki kendisi efsanevi Charles Bronson'dur ve çocukluk zamanlarımın aksiyon filmlerinin en önemlilerindendir) rahatlıkla "calpaq bet" olarak adlandırabiliriz elbette.

kişisel olarak insanlarına nereli oldukları ile hiç ilgilenmedim, ama kökenini inkar edenlerden de hiç hazzetmedim.Bunu neden yazdım: tipik bir calpaq bet olup ta safkan New Yorker gibi davranan epey kişi tanıdım zamanında...

aslını inkar edenlerden olmamak lazım netekim.

26 Kasım 2015 Perşembe

alcımak

öncelikle, yandaki fotoğrafın konu başlığımızla hiç bir ilgisi yoktur. uzun bir aradan sonra radyoda denk geldiğim nefis bir "Geceler" şarkısından sonra bu fotoğrafı paylaşmak farz olmuştur.

sonra, konu başlığına uygun, tam delirme eşiğinde olduğunu düşündüğüm ( aslında biraz da geçti ama) birisi var ama o topa hiç girmeyeyim.

efendim,  sözkonusu başlığımız "delirmek, şaçmalamaya başlamak" anlamlarında, hüküm bildiren bir tanımlamadır ve hiç de olumlu anlamda kullanılmamaktadır. "osal" aşamasından daha ileride tuhaf, toplumun onaylamadığı davranışlarda bulunanlar için kullanıldığı gözlemlenmiştir. "bir tık" aşağısı için "bek şaşma" gibi, nispeten hafif tanımlamalar da yapıldığı da olmuştur.

* Erol abiye (Önder) katkılarında ötürü teşekkürler. yeni kelimeler bekliyoruz.

kıyıştırmak

"kıyış" doğru bir çizgide olmayan, yamuk anlamındadır. mastar ekini getirdiğimizde de "yamultmak" anlamını taşır.

ve fekat, bizim oralarda bir başka anlamı daha vardır elbette. içki masasına oturup karşınızdakini sarhoş etmek anlamında da kullanılır ve sonunda "bızavlama" eyleminin de gerçekleştiği bir takım tatsız olaylar zincirinin en sağlam halkalarından birisidir.

Faideli bilgi : Alka Seltzer bulunmayan ortamlarda akşamdan kalma halinin giderilmesine yardımcı nefis bir "hangover klasiği: Churchill'dir. Müteveffa İngiliz başbakanının adını alan bu güzel karışım fotoğraftaki abiye pek etki etmeyecektir ama, ayarı biraz kaçırdıysanız iyi gelecektir: yarım bardak soda, limon, tuz ve karabiberi karıştırıp shot olarak için.


tektalike

70 yaş ve üstü okurlarımızın ! hemen hatırlayacakları , bir dönemin en popüler ulaşım aracından bahsediyoruz şimdi.

hususi otomobillerin sadece amerikan filmlerinde ya da şehrin zenginlerinde olduğu, polatlıya/ haymanaya gitmenin en konforlu halinin bir kamyonun arka kasasında olduğu zamanların da öncesinde yerine göre tek atlı, yerine göre çift atlı arabalarla "trafik" eylemi icra edilirmiş; tektalike de "tek atlı araba" anlamında kullanılan derin Tatarca sözcüklerinden birisiymiş.

kırklı yaşların ortasına gelmiş halimle hafızamı epey bir yokladım ama bizim köylerde at arabasının olduğu tek bir kare bile hatırlayamadım.

ayse...

Seksenlerin "herıld yani"si, doksanların "of kors may hors"una Tatarcanın zamansız, evrensel karşılığıdır. (ileri seviyelerde "good morning after supper" da kullanılabilir tabii.)

 bir onaylama sözcüğü olup "elbette, ne sandın, bittabii" anlamlarında kullanılır. Resmi konuşmalarda pek yer bulamasa da günlük kullanımda karşılaşmak mümkündür.

Tamamen bize has, hafif de istihza içeren nefis bir kelimemizdir, kesin bilgi; yayalım.

4 Kasım 2015 Çarşamba

"suv atlap kelgen" şey

başlığımızın birebir çevirisi "su atlayıp gelen/gelmiş şey" dir ve dışarıdan, uzaktan gelmiş -genellikle- sigara için kullanılır. çook uzun zamandır hiç kimseden duymadığım bir deyim olarak sizlerle paylaşmanın haklı gururu içindeyim.

başka şehirden (hatta ülkeden) olması da şart değil, yerine göre ankara'dan gelen paket te "suv atlap kelgen" muamelesi görürdü eski zamanların yokluk ve samimiyet günlerinde.

eski sigara paketleri demişken, üzerlerinde şimdiki gibi kamu spotları yoktu tabii. bununla birlikte bir sigarayı diğerinden ayıran ve daha değerli kılan şey bandrolü olurdu. o zamanlar kaçak getirilmiş sigaraların bandrolü fotoğraftaki gibi mavi renkli olurdu ve bu durum taşıyana/ içeme ekstra bir prestij getirirdi niyeyse.

"Mavı malbora" elbette tüm sigaraların efendisiydi, onu taklit eden Tekel 2000 diye bir sigra yapmışlardı; bandolü de maviydi üstelik. hey gidi günler hey...


15 Ekim 2015 Perşembe

atlı arabalı ya da maile

Ne zamandır yazmayı planladığım düğün dernek sözlerine yavaştan başlıyoruz. kronolojik bir sıra takip etmeden aklıma geldiğince yazacağım elbette. ( giriş - gelişme - sonuç olmayacak yani)

Önceki haftanın yayınlarında atlı birşeyler yazınca bu geldi ilk olarak. Eskiden yandaki gibi janjanlı davetiyeler yokmuş tabii, düğün haberini köy çocukları ya da gençleri verirmiş, komşu köylere giderek. davet edilenin de tek ya da "eşli" olarak davet edildiğinin belirtilmesi için de atlı/ arabalı deyimi kullanılırmış. amcayı tek olarak çağırıyorsan "atlı", gelirken yengeyi çocukları da al diyorsan "arabalı" ibaresi konularak düğün tebligatı yapılırmış.

Sevgili atların gözden düşüp motorize ulaşım araçlarının popüler olmasıyla bu güzel deyim unutulmaya yüz tutmuş ve yerine efsanevi "maile" deyimi kullanılmaya başlanmıştır.

yandaki görgüsüz Urfalı abilerin yaptığı gibi düğüne hediyesiz gitmemek gerektiğinin not düşüldüğü bir davetiye bilmiyorum, bizim oralarda herkes düğüne mutlaka bir hediye götürür elbette.

cavşu & biliş

Düğün dernek işlerinin başlangıç aşamasında "cavşu" kimliği kritik önem taşımaktadır. ayttırmak başlığında yazdığımız şekilde, taraflar arası müzakereleri sürdüren ve nihayetinde kıs isteme olayını gerçekleştirme sorumluluğunu üstlenen heyettekiler cavşu olarak adlandırılır. yapılan eylem de cavşu ketmek tir.

tarafların mutabık kalması sonrasında cavşuların görevi biterse de üstlendikleri görev karşılığında küçük hediyeler verilmesi adettendir.

Biliş ise daha farklı birşey olup düğüne davet edilenler anlamında kullanılmaktadır. her zaman bana çok komik gelen bir kelime olmasından başka da bir özelliği yoktur aslında. birbirinin tıpkısı yüzlerce düğüne gitmiş olmanın verdiği alışkanlıkla düğün merasimi içinde kendilerine biçilen vazifeyi yerine getirirler, temiz pak giyinir, efendice yer içerler. düğün sahibine "iygilik kayırlı bosun" diyerek getirdikleri hediyeyi takdim etmek, "salon toy"da para, altın takmak gibi maddi yükümlülüklerini de yerine getirerek önümüzdeki düğünlere bakıcaz artık diyerek düğünden ayrılırlar.

sıylanmak

En güzel şekliyle ağırlanmaktır efendim. "Mısapır bolup" gittiniz + yaman aruv karşıladılar +"törge geşıp oturdunuz"+ izzeti ikramda kusur bulamadınız ya, işte tam olarak sıylanmış sayılırsınız.

Mevsime, zamana ya da orada bulunmanızın nedenlerine bağlı olarak Kırım - Tatar mutfağının en güzide yiyeceklerinin önünüze sunulduğu, sohbetin, güleryüzün en sıcak haliyle yaşandığı ortamların adıdır sıylanmak.


ketek

Fotoğraftan da anlaşılacağı şekilde "tavuk kümesi" anlamında kullanılmaktadır. bizim oralarda yandaki fotoğrafın benzeri tavuk kümesleri bol miktarda mevcuttu ben çocukken. klimalı, doğal havalandırmalı, bazılarında havuz ve güneşlenme terası da vardı elbette...

Şaka şaka... bizim oralarda güneşlenme terasını kim kaybetmiş ki garibim tavuklar bulsun. kullanılmayan bir kerpiç oda, "it bağlasan durmaz" tabirine yakışırcasına gelişigüzel yapılmış küçücük kapalı mekanlar. bazılarında kapı bile olmazdı, "yarım" kapağı*, bir sac parçası gibi şeyler tavukların girmesine yetecek kadar deliğin önüne konur, taş ya da küçük bir sopayla da düşmesi engellenirdi.

bu tür kapatmalar genellikle tilki, köpek gibi tavuk düşmanlarına önlem olarak yapıldığı gibi iki ayaklı tavuk sevdalısı gençlere karşı pek tutmazdı elbette. onun için daha iddialı kümeslerin kapısı akşamdan kilitlenir, doğal besi serbest dolaşan organik tavukların köy delikanlılarının gece tıkınmalarına meze olmasının önüne geçmeye çalışılırdı.

geleneksel bir rodeo güreşi olmasa da kümasten tavuk aşırmaya çalışmak bir dönem gençliğinin mutlaka tecrübe ettiği bir spor olrak unutulmaya yüz tutmuş güzel adetler kategorisinde daha sonra detaylı olarak ele alınacaktır.

* yarım = 17-18 kg lık yağ tenekesinin bizim oralardaki adı. gün gelir buğday için ölçü birimi olur, gün gelir su ısıtmada kullanılır ya da içinde peynir yapılırdı. [tavuk pişirmede kullanılmışlığı da vardır :-) ]

meclis & kartagası

toplamda iki buçuk oturuma katılıp 8 aylık para aldığınız, memleket yangın yerine dönmüşken göstermelik de olsa buluşup birşeyler konuşmadığınız meclislerden bahsetmiyoruz elbette,

bizim meclisimiz düğün zamanı kendiliğinden kurulan, herkesin yerini yurdunu bildiği, ayrımcılık yapanların bir şekilde meclis dışı kaldığı gayet demokraatik bir meclistir. düğünün büyüklüğüne bağlı olarak bir kaç yaş grubuna hitap edecek şekilde oluşsa da en sağlam olanı bir tür İngiliz Lordlar Kamarası kıvamındaki "kırcıman" meclisidir.

oturum düğün evine yakın bir konumda konuşlanan ve görevini en iyi şekilde icra etmesi için donatılan ( okuldan alınmış sıralar ve masalar, masa örtüsü görevi gören kağıtlar, muhtelif çeşitte meze tabağı, çay bardakları ve elbette rakı) alanda, meclis başkanının seçilmesiyle başlar. Meclis başkanı "Kartagası" dır. yürütme kurullarının ve idari amirlerin seçilmesi ( sağ bey, sol bey, kapıcı bey, kürekeci bey, alay bey) "cümle cemaat" tarafından yapılır.

Meclis başkanının frak giymesi beklenmez elbette, (zaaten ülke meclisinde de o güzel, zarif gelenek yok edildi) Kartagası olarak herkesin saydığı (ve fekat sevmek zorunda olmadığı) topluluk üyelerinden birisi seçilir, toplantının düzen içinde sevk ve idare olmasından sorumlu olarak vazifesini meclis kapanışına kadar sürdürürdü.

Meraklısı için not: Yukarıdaki resim İsanın Son Akşam yemeği tablosu olup Da Vinci tarafından yapılmıştır.


6 Ekim 2015 Salı

toy

Vakti zamanında, şarkıcı kızlarımızdan birisinin avazı çıktığı kadar anırarak icra ettiği "Bizim oraların adetleri, meşhurdur cinayetleri..." adlı tuhaf bir şarkı vardı. Yeni nesillerin bilmediği, bilmesine de gerek olmayan bir dönemin en müstesna şarkılarından birisiydi. Konumuzla ilgisiyse toplum hayatımızın en ciddi sosyalleşme aracı olan ve aile kurumunun tesis edilmesinin eş dost, hısım akraba ile birlikte kutlanmasının yaşandığı düğünlerde "adet" olayının zirve yapmasıdır. Şarkıda bahsedilenden farklı olarak bizim oralarda cinayet gibi adli vakalar pek olmaz ama düğün süreci içinde,"adet" adı altında cinnet geçirtici anların yaşanması "vakay-ı adiye" den sayılabilir.

Efendim, "toy" Tatarcada düğün anlamında kullanılan güzel bir kelimemizdir ve içerdiği ritüeller itibarıyla kapsamlı bir dosyada incelenmeyi hak etmektedir.bizim oraların düğünleri hakkındaki gayet subjektif gözlemlerimi kardeş blog "Karavşan Anıların"nda yazmıştım, merak edenler http://karayavsan.blogspot.com.tr/2009/10/koy-dugunleri-1.html linkinden okuyabilirler. (konuyu bir kaç ayrı sayfada yazmıştım)

Takip eden postlarda toy kelimesinin çağrıştırdığı kelimelere odaklanacağız : cavşu, biliş, satuv, iy cayma, tokuz ve çok daha fazlası.

capalak

Capalak, eski ve derin Tatarca'da güreş sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmıştır. Yandaki abilerin güreş esnasında romantik bir dans ediyor gibi görünlerine aldanmayın, mayo giymiş iki tane adamın birbirlerini yenmeye çalışmaları hiç de estetik ve romantik bir şey değildir, kişisel görüşüm spor da değildir.

Bizim oralarda büyüklerin çocukları güreştirip seyretmekten zevk aldıkları tuhaf zamanlar yaşanmıştır. Çocukları kızdırarak sevmenin,  çocuğu çocuğa kırdırmanın garip bir zevk olduğunu düşündüren bu yaklaşım her zaman tuhaf gelmiştir bana.

"hadi bir güreş tutuverin, Berke seni güreşte yenecekmiş. Çağatay çok güçlü gözüküyor" minvalinde sözlerle gaza getirilen genç dimağlar anlamsızca birbirlerinin üzerine çullanıp kan ter içinde rakibinin sırtını yere getirmeye çalışırken büyüklerin seyretmesinden bahsediyorum. Yapmayın, yaptırmayın.

(berle ve çağatay bizim oraların en çok sevilen çocuk isimlerinden değildir elbette)

apmazır bolup beklemek

hızlı bir şekilde hazırlanarak bekleme pozisyonunu alıp, aksiyona geçecekşekilde durmayı anlatan, hafiften istihza içeren güzel bir deyimimizdir.

"istemem yan cebime koy" davranışı içinde olup ta yapılması gereken nazlanma süresinin sonunda hızlı bir şeklide hazırlanmış olayı da içerir.

yandaki fotoğrafın konuyla uzaktan yakından ilgisi yoktur elbette. bilgisayarla biraz ilgileniyorsanız alın size gayet faideli bilgi :

 Windows'da bulunan tüm güç tasarrufu durumları arasında en az güç kullanan hazırda beklemedir. Dizüstü bilgisayarda, dizüstü bilgisayarınızı uzun süre kullanmayacağınızı ve bu süre boyunca pilini değiştirme fırsatınız olmayacağını bildiğinizde hazırda bekleme modunu kullanın.

paqıl etmek & qıyiz

yazıldığı zaman kullanıldığı kadar güçlü olmayan bir yüklemle karşı karşıyayız. tam olarak yapılması istenmeyen bir şeyi inadına yapmak tır  ve mutlaka "etmek" ile beraber kullanılır. sadece "paqıl" kelimesinin kullanıldığı bir örnek hatırlamıyorum.

"q" harfine sağlam bir vurgu yapıldığında kulağa gayet hoş gelen bir tınısı vardır, eylemin sonuçları ise kime ve neye karşı inat ettiğinizle doğrudan ilintilidir elbette.

tamamen kafadan atıyor olabilirim ama, inatçı kişiler için de "qıyiz" tanımlaması yapılıyor bu durumlarda.

anam önüm aydandı

fiziksel bir aktivite sonrasında yorulmuş olmayı genelde şikayet içerecek şekilde anlatan bize has, nefis bir deyimdir.

daha da fazla şey yazmayacağım, bu deyim herşeyi kendi kendine anlatıyor zaten.

* aydamak = sürmek. Araba sürülmesi de, tarlanın sürülmesi de aynı anlamda kullanılmaktadır. "Tarlaları sürmek" deyimi günlük hayata Fenerbahçe başkanı tarafından kazandırılmış olup konumuzla ilgisi olmayan bir şike olayının şifrelerinden birisidir ve sütü elbette kapatılmıştır.

29 Eylül 2015 Salı

aynanayım qozunden

Bir sevgi ifadesidir, bize özgüdür, elleri öpülesi büyüklerimizin küçüklük zamanlarımızda bize söyledikleri ve anlamını belki de hiç düşünmediğimiz ve muhtemelen "gözünü sevdiğim" anlamında kullanılmaktadır.

Küçük erkek çocuklarının akayım diye sevilmesini de sayabiliriz sanırım.

daha da çok şey yazacaktım ama "umuda yolculuk" adı altında, sadece insanca yaşamak için evinden yurdundan uzakta bir teknede yaşam savaşını kaybeden ve "insanım" diyen herkesin ömrü boyunca unutmayacağı bir kareyle "ölümsüzleşen" küçük Suriyeli çocuk var aklımda. aynanayım qozünden, bizi affet küçük dostum.

katnamak & katnaşmak

uzatmadan yazacam, sıkı fıkı olup çok sık görüşmek için kullanılan güzide sözcüğümüzdür. ve fekat, (dünyanın her yerinde olduğu gibi)  bu "katnama" hali genellikle zamana, çevreye, statüye ya da çıkar ilişkilerine kurban gider ve " çok muhabbet tez ayrılık getirir" şeklindeki yazılı olmayan beşeri ilişkiler yasasının ilgili maddesi devreye girer. sonrası da, daha önce bu blogun konuğu olmuş olan "şalaşnı cıkmak" aşamasına gelinir genellikle.

birbiriyle çok iyi anlaşan "çiftler" için kanka, kanki,badi anlamında kullanılan "bek dost" gibi bir tanım hatırlıyorum. "aret",  çok daha eskilerin kullandığı "ahiret arkadaşlığı/kardeşliği" anlamındaki  bir deyim.

netice itibariyle arkadaş olmak, arkadaş kalmak güzeldir. sağlam temellerle kurulmuş bir arkadaşlık aradan yıllar geçse de, yollar ayrılsa da kaybolmuyor. zamansız bir şekilde kaybettiğimiz dostum, arkadaşım Murat Pektaş'ın anısına...










Bek aman bek sav bolmak & yaman aruv

"Kadiysin aruvsun mu" açılışına geleneksel olarak verilen "aruvman" cevabının daha bir zenginleştirilmiş halidir. Sağlık ve sıhhatin yerinde olduğu, "yaman kıyipli"* zamanları ifade etmesi açısından çok değerli bir tanımlamadır.

Kelime kelime çevireyim dedim, beceremedim. kullanılan "aman" kelimesi ne anlamda kullanılıyor bilemedim. ama anladınız siz onu.

"yaman aruv" ise kişinin kendi durumunu anlattığı gibi bir başkasını, bir nesneyi ya da olayı anlatmada da kullanılmaktadır. "Yaman" kelimesi vurguyu artıran, çok, pek, süper gibi anlamlarda, pekiştirme için kullanılmaktadır. zıttı ise tabii ki yaman osal dır.

* kıyip = keyif

törge geşmek

bildiğiniz "baş köşe"dir. aslında "baş köşe" diye bir deyim de yoktur, genellikle eve gelen konukların odanın en prestijli yerinde oturması için kullanılan güzel bir deyimimizdir.

duruma göre televizyonun tam karşısındaki baba koltuğu (şaka şaka, bizim oralarda yoktur öyle şeyler), püfür püfür esen pencerenin yanı ya da yeni kabartılmış misafir minderi "tör" dür.

yazılı olmayan adabı muaşeret kuralları gereği en hürmet edilen kişinin oturduğu yerdir tör.


egeşmek

Tasvip edilmeyen bir olay, bir söz, bir bakış sonrasında somurtmak ve dış dünya ile "disconnect" olmanın Tatarcada karşılık bulmuşudur. yeni jenerayon jargonunda "trip atmak" tam olarak ta bu deyimimizin karşılığı olmaktadır.

duruma göre darılıp gitmeyi, sinirden mosmor kesilmeyi, karşısındakini imha etmenin haince planlarının yapıldığı sadist ruh halini yaşamayı içeren geniş bir kullanım yelpazesine sahiptir.

sonuç itibariyle, neresinden bakarsanız bakın ruh halinin "karanlık tarafa" geçmesini ifade eder ki mimkin olduğunca uzak durulması gereken bir davranış biçimidir.

18 Ağustos 2015 Salı

kuldaldal

İşte dev bir kültür hizmeti daha. Yeni jenerasyonun belki de hiç duymadığı, eskilerinse artık yapmaya mecalinin kalmadığı milli kültür fizik hareketimizdir "kuldaldal"

Pilates topunun ve sair tüm jimnastik aletlerinin olmadığı eski zamanların jimnastikle eğlenceyi birleştiren efsanevi hareketi. Oyun desem oyun değil, spor desem hiç değil aslında. Bütün olay yere sırtüstü yatıp ayaklarınızı yere paralel, bacaklarınız dik olacak şekilde uzatmak, ayaklarınıza gövdesini yatırmış olan ufak çocuğu bacaklarınızı dizlerinizden kırarak uçuş pozisyonunda bir süre eğlendirmek. "iş güvenliği" önlemlerinin neredeyse sıfır olduğu, ayaklarınızı biraz fazla ileri ittirmeniz ya da elinizden kaçırmanız durumunda ufaklığın kafa üstü yere çakılma olasılığının oldukça yüksek olduğu bu eğlencenin "Türkçe" versiyonunu biraz google çalışmasıyla buldum : "leylek leylek havada" ( şarkısı da var, bildiniz)

Bu vesile ile "omaka tepmek, caldamak, kureş tutmak" gibi geleneksel; polo, squash, golf ve badmington gibi köyden köye değişen çeşitli spor alışkanlıklarını da yazmak farz oldu. spor barış, dostluk, kardeşliktir, anladınız siz onu...

altı ayga koyan şarıgı

yandaki abilerin konu başlığımızla neredeyse hiç bir ilgileri yok, ne diye giydiklerini hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz tavşan kostümleri haricinde.

Gelelim bugünkü deyimimize : Kelime kelime çözümleme yapacak olursak; (1) "koyan" hayvanlar aleminin kemirgenler sınıfının sevimli üyesi tavşanın Tatarcası (2) şarık bildiğiniz çarık (3) altı ay da altı ay. Bu kelimeler bir araya geldiğinde ise "bu da gelir bu da geçer aldırma" tadında güzel bir halk deyimi haline geliyor.

Anladığım kadarıyla, tavşan derisinden yapılma çarık rahatsız ve dayanıksız bir giyecek. Yokluk dönemlerinde, kısa vadeli çözüm üretimi gereken durumlarda ortaya çıktığını söylemek de mümkün. çarık döneminin sona ermesiyle muhtemelen "lastik" döneminin başladığını tahmin ediyor ve konuyu burada noktalıyorum.

Kaşqır yasamak

Müteveffa Steve Jobs bütün Dünya'nın en çok bildiği logolardan birisi olan "Apple" logosunun Tatarca sözlükte tamamen alakasız bir şekilde gündeme geleceğini öngöremezdi elbette.

bir ısırık alınmış elma simgesini gördüğünüzde ( muhtemelen bir iphone ya da ipad de) "kaşqır yasaganlar" gibi düşünürmüsünüz bilmiyorum ama bana çok matrak geldi ilk aklıma geldiğinde.

Efendim, bu satırların okurlarının büyük kısmı "kaşqır" sözcüğünün kurt karşılığı olduğunu bilir. diğer bir eşanlamlı sözcüğümüz de "börü" dür sanırım.

Kaşqır yasamaksa küçük çocukların elindeki meyveden, ki genellikle elma olur, kocaman bir ısırık almanın Tatarcadaki karşılığıdır. (Bu kadar detayı başka bir blogda göremezsiniz) Pek hijyenk birşey olmadığını ilk başta kabul etmek gerek elbette. Bununla birlikte bizim oraların çocukları kızdırarak sevmek gibi pek de hoşlanmadığım sevecen yaklaşımlarından birisi olarak hafızada yer etmiş bu durumu sizlerle paylaşmanın ve muhtemelen çoktaan unutmuş olduğunuz bir deyimi hatırlatmanın gururu içindeyim.

Kona

Türkçesini gerçekten bilmiyorum, "yer sofrası" olarak çevrilebilir sanırım.

Bizim oralarda her evde mutlaka bir tane olmuştur heralde. Altına önce "peşkir" serilir, sonra kona yerleştirilir, onun üstüne de devasa bir tepsi yerleştirilir. Sonra sırasıyla tabaklar, çatal-bıçak-kaşık setleri, peçetelikler, şamdanlar, sıcak el havluları vs.saat yönünde olacak şekilde düzenlenir, bir güzel yemek yenilirdi. (Son cümleyi dikkate almayın, ortaya konan büyük tabaktan herkesin çalakaşık yemek yediği paylaşımcı zamanların yer masasıdır kona) Yemek sonrasında herbir parça teker teker toplanır; kona dik duracak şekilde ya duvara yaslanır ya da duvardaki çviye asılarak bir sonraki kullanıma kadar şarj edilmeye bırakılırdı.

Gün gelir eriste kesilir, gün gelir hamur yayılır, gün gelir üzerinde sarma sarılırdı. Evlerin olmazsa olmazları arasında yer alarak bugüne kadar gelmeyi başarak sevgili "kona" ları sevelim; koruyalım arkadaşlar. bir kona kolay yetişmiyor.

Acayip gereksiz ve alakasız bilgi : Konudan çok uzak olacak ama; Gençlerbirliği'ne zamanında üç tane Afrikalı topçu gelmişti. Kuşe - Moşe - Kona.

kalav, karaldı, azbar

Bloğumuzun düzenli takipçileri arasındaki, Seksenlerin genç kızları olan hanımefendilerin hemen hatırlayacakları "artiz" Kenan Kalav'la başlıyoruz şimdi de.

Kenan abiyle bir derdimiz yok elbette, sayfamıza konuk olmasının nedeni soyadı : konumuz "duvar" sözcüğünün Tatarcası olan kalav.

bu konuyu yazarken ikileme düştüm, kalav sadece bahçe duvarı anlamında mı kullanılıyor yoksa evlerin duvarları için de aynı şekilde mi kullanılıyor bilemedim.

Ama, bildiğim şey kalavlar "karaldı"ları birbirinden ayıran fiziksel yapılardır ve bizim oralarda kerpiçten yapılır. taş duvar pek hatırlamıyorum açıkçası. Karaldı ve azbar aynı anlamlarda mı kullanılıyor ondan da emin olamadım. bir kimsenin evinden/ bahçesinden bahsedilirken genellikle "karaldı" kelimesinin kullanıldığını hatırlıyorum. Evler, aşgana, kakra, aran, ela, ambar, garaj vd. hepsi azbar ya da karaldıyı oluşturan yapı parçalarıydı. Biraz daha mimari dille anlatılmışını isterseniz Karayavşan Anılarında okuyabilirsiniz:

http://karayavsan.blogspot.com.tr/2010/07/genel-mekan-tipolojisi-1.html

15 Ağustos 2015 Cumartesi

atkuş

Tercihen sert bir ağaçtan alınmış çatal formlu, çok da kalın olmayan bir dal bulacaksınız. Kabuklarını soyup çatal kısmını eşit uzunlukta keseceksiniz. Sonra, varsa eczaneden bulunmuş serum hortumu, yoksa lastik alıp 25-30 cm uzunluğunda keseceksiniz. bir de "meşin" sırtlık edinip bu üç malzemeyi ilkel ama iyi bir silah haline getirmeye hazırsınız.

Hanımefendiler, beyefendiler; karşınızda bizim oralarda çocukluk zamanlarımızın olmazsa olmazlarından birisi olan sapan, ya da Tatarcasıyla "Atkuş"!

Sapanla seneler sonra buluşmam geçen yılki Karadeniz turunda, Sürmene'de oldu. Bu blogun yazılmasına ilham kaynağı olan oğluma aldık bir tane, (bir kaç defa Çamlıhemşin tepelerinde bulduğumuz taşlarla atış yaptık ve sonra unuttuk tabii)

fotoğraftaki topuklu güzel bir fantağzi olmuş tabii. ama gerçekte giyilebilir bir şey olduğunu düşünmüyorum.

50 yaş üstüne bonus : Bir türkücü Huri Sapan vardı, kimbilir nerelerdedir şimdi. ( Açın googlelayın)


10 Ağustos 2015 Pazartesi

Bır kozum kordu bir kozum kormedi

olması gereken bir olayın / ziyaretin beklenenden daha kısa sürdüğü durumlarda kullanılan efsane bir deyimdir ve kullanıldığı durumlarda hafif/ ğır bir memnuniyetsizlik durumu var demektir.

Konuyla direkt alakalı olarak; fotoğraftaki kahramanımız "speedy gonzales" gibi herşeyi çok hızlı yaşayan karakterler için kullanılan başka bir efsaneyi daha şimdi paylaşıyorum: Mahmut Akayın Karsakka barıp kelışı.

Muhtemelen, Mahmut Amca çok hızlı yürüyen ya da at süren bir kişilikti ve bulunduğu köyden Karsak'a herkesten daha hızlı gidip geliyordu. hikayesini bilen vrsa buradan paylaşırız elbette.

konuyla alakalı, biraz farklı olmakla birlikte kısa süreli ziyareti anlatan diğer bir deyim de "kelgenden kaytacagını aytmak" şeklindeki deyimimizdir elbette. geldiğinde döneceğini söylemek gibi birebir çeviri yapmak da mümkün olan bu deyimde hafif bir eleştiri sözkonusudur. "hele bir soluklan yiğenim" denerek gelen misafiri daha uzun süre ağırlamak gereklidir. gidecekse de bırakın gitsin, dönerse sizindir dönmezse zaten hiç sizin olmamıştır vesselam.

aşlav

Bu güzel kelimemizi Erol abinin (Önder, M.D.) feysbukta paylaştığı bu nadide fotoğrafla hatırladım. Aşlav, artık çok azı akmakta olan köy çeşmelerimizin oluklarına verilen isimdir.

Genellikle 40-50 cs. derinliğinde, 70-80 cm genişiliğinde olan sevgili aşlavlarımız kurnadan dökülen suyun akıp gitmeden bir süre toplandığı ve bu sayede küçükbaş/ büyükbaş hayvanların su içmesine olanka sağlayan bir tür geçici su tankıdır.

Fotoğraftaki büyükbaş abi ise olayı tamamen başka bir boyuta taşıyarak sıcak havalarda serinleme amacı olarak kullandığı bie jakuzi/ bar yaratmıştır. yaratıcılık yönünden 9 puanı haketmiştir. ( 1 puan o şişeleri güneşte ısınmaya bırakmasından dolayı kırılmıştır, halbuki koy aşlavın içine, soğukluklarını korusunlar da daha bir içimi güzel olsun değil mi ya?)

aşpit

Hristiyanlık inançlarına göre Yedi Büyük Günah'tan birisi "oburluk" tur ve bildiğim kadarıyla Tatarca'da "aşpit" gibi enteresan bir sözcükle karşılık bulmuştur. ( gene de tam emin değilim; açgözlülük için de kullanılıyor olabilir)

Bu "sert" girişten sonra aşpit kavramının bizde o kadar da acımasızca kullanılmadığını, genellikle sofra adabıyla ilgili olumsuz durumlarda devreye sokulduğunu da belirtelim.

Sofrada önündekini silip süpürdükten sonra başkalarının yedikleine göz dikenler için kullanıldığına şahit olmuşumdur.

Giriş paragrafımıza geri döenrek güzel bir filmi hatırlatmakta fayda var tabii.1995 yapımı "Se7en" bahsettiğimiz ölümcül günahlara kafayı takmış bir ruh hastasının yedi kişiyi günahlarına uygun şekilde, çok egzantrik metodlar kullanarak öldürmesini anlatan nefis bir filmdir. fırsat bulursanız seyredin derim.

qundügü uzamak

işte güzel Tatarcamızın "alternatif tıp terimleri" sözlüğüne kazandırdığı güzel deyim. "qundük" (ya da kündük) göbek/ göbek deliği gibi bir şey. bununla birlikte, ağır bir şeyin kaldırılması durumunda yakın çevreden gelmesi muhtemel ilk tepki "qundügünü uzatacaksın!" dır. buradan ne anlarsanız anlayın artık.

200 kelimeden daha fazlasıyla konuşmaya çalışan biri olarak ben bile bu deyime yazacak daha fazla bir şey bulamadım, gene de siz siz olun ağır şeyleri belinize yüklencek şekilde kaldırmayın.


7 Ağustos 2015 Cuma

camanlamak vs maktamak

Aslında "maktanmak" başlığında biraz anlattım, "maktamak" övmek anlamına geliyor. ama bugünki esas konumuz "camanlamak"

İnsani zaaflarımızdan birisi olan ve daha önce işlediğimiz "öşek" konusunun değişik bir versiyonu olup birebir çeviri yaparsak "birisini kötülemek" anlamında kullanılır. Bir sonraki aşaması da "dolduruşa getirmek" anlamında kullanılan "toturmak" tır.

Burada matrak olan şey "camanlama" yapan kişinin dedikodusunun bizzat diğer şahıs tarafından "bilmemkimi bır camanladı" şeklinde yapılması ve bilginin paylaştıkça değer kazanmasıdır. "İki kişinin bildiği sır değildir"* den hareketle, birisi hakkında yapılan her türlü olumlu/ olumsuz görüş, düşünce ve eleştiri hakkında konuşulan kişinin kulağına gider elbette.

* Bkz: Kurtlar Vadisi aforizmaları, en sevilen KV replikleri

qucur & osal

Aacayipsin! Bizim oralarda alışılmadık, tuhaf davranışlar sergilediğinizde sizin için söylenecek bir sürü sıfat bulunur; "qucur" da onların en lezizlerinden birisidir.

Tuhaf, acayip anlamlarında kullanılan bu güzel sözcük kişinin yüzüne karşı söylendiği gibi çokça gıyabında kullanılabilmektedir.

"Osal" biraz daha objektiftir. Kötü, işe yaramaz anlamında kullanıldığı gibi karşıdaki kişiyi hafiften eleştirmek ve aşağılamak anlamında da kullanılabilir.

Bonus : Osaldan bir tık daha yukarıda, gerçek anlamında farklı olarak kullanılan diğer güzel kelimemiz de "cınapet" tir elbette. Doğru vurguyla, Tatarcanın hakkını vererek kullanıldığında pek komik olur.

Fotoğraftaki genç bizim oralarda biraz dolaşsa kendisi hakkında söylenebilecek en az on farklı yargılama/ aşağılama sözcüğü ışık hızında oluşturulurdu heralde.

6 Ağustos 2015 Perşembe

kozüldürüq

Bazı kelimeler var Tatarcada, niye bu kadar zorlama sesler seçilmiş anlamak mimkün değil azizim. Bildiğin "gözlük" hangi ses uyumuyla, hangi gırtlak yapısıyla "kozuldürüq"diye kullanılır ki?

Neyse efendim, gözlük hakkında yazacak çok birşey yok aslında. Sadece ilginç kelime yapısı nedeniyle sayfalarımıza konuk oldu. Bununla birlikte, yazmaya başlayınca aklıma geldi ama tam olarak ta hatırlayamadım. belki birileri hatırlar da tamamlarız. şöyle ki; Bizim oraların köylüleri arasında süregelen bir rekabet ve birbiri ile her ortamda atışma geleneği vardır. Baba tarafından Akırlı'lı olmamdan mütevellit Vahit abi'den (Evirgen) çook uzun seneler önce duyduğum bir tekerleme/ bilmece (ya da her neyse) şöyle başlıyordu: " Camlı camsız gözlük takar Akırlı insanı..." sonrası da birkaç köy için benzer şeylerle devam ediyordu.

Tekrar konumuza geri dönersek, babamın köyde çekilmiş (1960'lı yıllar) gençlik fotoğraflarında bol miktarda güneş gözlüğü olduğunu farketmiştim. Bununla birlikte ben 80 lerde bizim oralarda güneş gözlüğü kullanan çok kişi hatırlamıyorum. "Numaralı" gözlüklere gelirsek, genetik miras ve yaşlanma emarelerine bağlı olarak gözlük kullanan çok fazla kişi hatırlamıyorum. bir de "kolormatik" gözlük fenalığı var ki köy-kent farketmeden herkesin uzak durması gereken bir acayipliktir bence. Nokta.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

kıyır

"...sızma zeytinyağı, dereotu ve baharatlarla marine edilmiş taze mozzarella peyniri, cherry domatesler ve fırından yeni çıkmış taze köy ekmeğinin kenarı" (Vedat Milor mode off)

Bu soğuk girişten sonra bu postun esas oğlanı "kıyır" dan bahsedelim. bildiğiniz ekmeğin kenarı olup ekmek biraz bayatlayınca pek albenisi kalmayan bir dilimi ifade etmektedir. ( elbette el emeği göz nuru caanım köy ekmeğinden bahsediyorum)

Öyle mozzarellaya, kokteyl domatese gerek yoktur hem de, bildiğiniz Sana may ( sana yağ) ekmeğe sürülür; üzerine de toz şeker gezdirilir ve mikemmel bir dilim elde edilmiş olur. Çocukluk işte, o kadar doğal tereyağı sürüldüğünde kokusundan rahatsız olup margarin istemek o zamanların olmazsa olmaz trendlerinden biriydi. artık ne o ekmekler var, ne de toz şekerin tadı. Margarin yemeyeli seneler oldu zaten; biz büyüdük ve kirlendi Dünya!

dırıldatıp ketmek vs cekmek

Onun arabası var / güzel mi güzel / bastı mı gaza / gidermi gider... diye devam eder Mustafa Sandal şarkısı. konu başlığımız olan enteresan deyim de bir tür "gaza basıp gitmeyi" ifade etmektedir.

Eski motor teknolojisi, özellikle de dizel motorların "gır gır gır" şeklindeki sesleri de bu müstena deyimimizin ortaya çıkmasına esin kaynağı olmuştur heralde.

"dırıldatıp ketmek" bireysel bir aksiyonu ifade ederken "cekmek" tam da zıttını, aracını başkalarının da kullanacağı şekilde ortak kullanıma sunmayı anlatmaktadır. Sözgelimi, bir akşamüstü topluca bostana gidilecektir ve bir babayiğitin moturunu ( ki burada traktör oluyor) arkasına "remog" takılı vaziyette getirmesi gerekmektedir. işte bu cömert eylemi gerçekleştiren kişi "cekmek" eylemini hayata geçirmektedir. şimdi düşününce bir sürü kişinin dolu bir römorkun içinde, gayet güvensiz bir şekilde yolculuk etmesi çok çılgınca geliyor ama o zamanlar pek o kadarını düşünmemişiz heralde. Büyük "transformasyon" yaşadığımız; "çağ atladıımız" Seksenler: güzel günlerdi

(Konuyla ilgili diğer blogda iki tane yazı; arabalarla ilgili olan için buradan : http://karayavsan.blogspot.com.tr/2009/07/arabalar.html , römorklar üzerine yapılmış bir karalama için buradan : http://karayavsan.blogspot.com.tr/2011/10/romorklar.html

Emniyet kemerinizi takınız, sürat yapmayınız, alkollü araç kullanmayınız efendim. Hayırlı yolculuklar.

31 Temmuz 2015 Cuma

allegim & bır mot bolup...

Kendini beğenmiş, müşkülpesent, isteksiz tavırlar içinde bulunan kimseler için kullanılan sıfattır.

Tam kelime anlamından emin değilim ama bir başkası hakkında konuşulurken "bır allegim bolgan!" şeklinde konuşulması iyi bir şey değildi sanırım.

Resimde gördüğünüz sarman kedinin aynadaki hali bu durumu yeterince açıklıyordur heralde.

Bir de allegimin çağrıştırdığı "mot" kavramı var. muhtemelen "moda" anlamında kullanılmakla birlikte, "bır mot bolup.." la başladığında eleştirel bir anlam kazanmaktadır ve sanırım "kendince havalara girme"yi anlatmaktadır.

Bizim oralarda hal ve davranışlara dikkat etmek gerekir vesselam. hemen bir yafta yapıştırılıp adınızın önüne olmadık bir lakap takılması mümkündür.

palaşur / palaşor

Bu müstesna sözcüğümüz Filiz Takmaz hanımefendiden. Paylaşımlarınızı bekliyoruz.

Dağınık, düzensiz kişiler için söylenir. Bizim oralarda kılık kıyafete özen gösterilmediği durumlarda "bek palaşur cüre" gibi hafif yargılama cümlesine maruz kalınması mümkündür.

Bu noktadan hareketle, bizim oraların giyim kuşam karakteristiklerine bir göz atalım. ( tabii 80 ler için yazacağım, artık herşey herkeste var)

Gündelik kıyafet "kartlar için" takım elbisedir, yazın çatlayan sıcağında dahi dedemin ceketle dolaştığını bilirim, yazın fötr kışın kasket de o kıyafetin tamamlayıcısıydı. "aktif çalışma hayatı" içindekiler genellikle "kot" pantalonu tercih ederdi tabii. kumaş pantalon/açık renk "kolekse" kombinasyonu düğün bayram zamanlarının kıyafetiydi, hala da öyledir. bir de damatlık zamanlarında çeyiz bohçasına konulan robdöşambr lar var ki ben henüz onu kullanan birisine denk gelmedim. (O kıyafetin en çok yakıştığı Hulusi Kentmen'dir ve hep öyle kalacaktır)

Kolekse bizim oralarda gömleğin adıdır.

Kadın giyimine gelince: "pasma" uzun şalvarlar, üzerinde genellikle yelek, başta başörtüsü/ marama gündelik kadın giyimidir. düğün dernek zamanlarında o kıyafetler çıkarılır, etek-triko-yelek kombinasyonu yapılır; ne kadar altın takı varsa üzerine takılır ve iki dirhem bir çekirdek sosyalleşmeye gidilirdi.

Bizim oraların giyimine dair hatırladıklarım bunlar. pantalon içine sokulan "şetland" kazaklar, vatkalı ceketler, karlanmış şalvar kotlar, beyaz çoraplar da unutmak istediğim detaylar tabii.

Avzu kıyışmak

Uzun süre sigara içememenin ve canının acayip çekmesinin Tatarca versiyonudur. "Uzun süre" elbette görecelidir; kişinin tiryakilik durumuna göre değişmektedir.

Bu enteresan deyimimiz içki içmek için de kullanılamkla birlikte esas olarak sigaraya duyulan özlemin dilbilgisi halidir. Engeller aşılıp yakma aşaması "sigara cakma" olarak bilinse de benim çok uzun seneler sonra duyduğum "papurleme" de kullanılmaktadır.

çok sık sigara içen kimseler için "tırkiy" gibi, tiryakilikten türeme bir tanımlama kullanılır.

Bunları yazınca aklıma bir zamanların efsanevi çorapta sigara taşıma ritüeli geldi ki bir kötü oldum, içmeyiniz; içecekseniz de sakın çorapta paket taşımayınız.

Hadi sigaradan başladık, eski sigaraları bir hatırlayalım. Maltepe/Samsun/Bafra/Tokat/ Bitlis / tabii ki Silahlı Kuvvetler / meltem / Birinci & İkinci / Sipahi ? / Yenice / Gelincik / gençlik zamanlarımın Tekel 2000 efsanesi vd....